17 Şubat 2016

Cheers!


Bir an sonramızın bile garantisi yokken ne büyük şuursuzluktur hayatı ötelemek yahut da örselemek… Hele de yaşam arsızı isen, kendimden bildiğim gibi, alacaklısındır her daim ondan… Bir saniyeni bile yedirmez, baş aşağı edip son damlasına kadar içersin zamanı…


Yerine göre savaşçıları oluruz kendi hayatlarımızın, yerine göre şahlandırıcıları… Startı nereden verirsek verelim, kaç durak geçersek geçelim nihayetinde varacağımız nokta yine kendimiz… Bu sebepledir kendimizden yüz bulup şımarmalarımız ve de gazımıza gelip hızlanmalarımız… Aynadaki mürşidin irşadına şahit olanlarız biz…

Kimse senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz. Gemiyi limana getirip getirmediğine bakar.” diyen Victor Hugo’nun haklılığıdır ömrümüze attığımız her çentik… Mızırdanmak, bu yoldaki en kolay adımdır ve galiba da en lüks olanı… Profesyonellik ise bu çok kollu şamdanın mumlarını, fırtınayı da hesaba katarak, layıkıyla yakabilmek…

Hal böyleyse, bu yazı da hayatının kontrastını doğru ayarlayabilen savaşçıların şerefine… Cheers!

16 Şubat 2016

Ben Hiç İnsan Kaybetmedim !






Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim..
Ne hissettiysem onu söyledim, onu yaşadım..
Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım.
Asla keşkelerim olmadı...
Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım...
Karşıma bazen gerçek yüzler, bazen sahteler çıktı ama olsun ben yine sadece hislerimle yaşadım...
Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim, ya da asla birini severken karşılığını beklemedim...
Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim..
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım. Ama hata insana mahsustur dedim. Affettim, af diledim..

Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yine de affettim..
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar. Belki de içten içe sinsice güldüler bana. Ama asıl unuttukları şuydu..
Ben aldanmadım. Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar..
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için..

Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için..
Oysa ben hiç insan kaybetmedim..
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar...
                                                                                        Can Yücel

27 Ocak 2016

Çok Şirin Hareketler Bunlar (!)


Davacı                                 : Öküz Altında Buzağı Arayanlar
Davalı                                  : Şirinler
İsnat Edilen Suç                 : Komünizm Propagandası

(Davalıların, sanıkların, şahitlerin ve izleyicilerin hazır bulunduğu salonda hâkim duruşmayı başlatır.)

İddia Makamı   : 
1. 1958 yılında çizgi roman,1981 yılında ise çizgi film olarak hayatlarımıza dahil olan Şirinler’in ne kadar tehlikeli yaratıklar(!) olduğunun anlaşılmasıdır.
2. Orijinali Smurf (small men under red flag/kızıl bayrak altında yaşayan büyük adamlar ya da socialist men under red father/kırmızı baba altındaki sosyalist adamlar) olan Şirinler isminin açılımı,
3.  Şirinler köyünde para kullanılmaması,
4.  Gönüllü iş bölümüne dayanan yaşam tarzları, çalışanın da çalışmayanın da her şeyden eşit şekilde yararlanması,
5.   Herhangi bir dine ait iz ya da yaşantılarının olmaması,
6.  Çilek tarlalarının hepsinin ortak malı olması ve Çiftçi Şirin’in herkes adına bu tarlalarla ilgilenmesi,
7.  Şirinler’in mutluluğundan ve huzurundan rahatsız olan Gargamel (isminin İbranice olduğu söylenmektedir) ’in siyah cüppesiyle Yahudilik’i temsil etmesi, kapitalizmin simgesi olarak altın ve paraya düşkün olması, misyonerliğin simgesi olarak da Şirinler’i yemek istemesi,
8.  Gargamel’in peşindeki Azman (orijinal isminin Azrail olduğu söylenmektedir)’ın büyük gücün arkasındaki çanakçıları temsil etmesi,
9.   Şirine’nin köydeki tek bayan olmasına rağmen cinselliksiz, cinsiyetsiz arkadaşlıkları
10. Yaptırım gücü olmamasına karşın Şirin Baba’nın “baba” sıfatının gizli bir otoriteyi işaret etmesi ve bunun Şirinler’de kınanmak çekincesi yaratması,
11. Şirin Baba’nın Karl Marx’a benzeyen sakalları ve diğerlerinden farklı olarak kızıl sapka takması
12. Ukalalığı yüzünden sık sık köyden kovulan Bilgin Şirin’in Troçki’ye benzetilmesi,
13. Şirine’nin feminizmi,Süslü Şirin’in eşcinselleri,Güçlü Şirin’in maçoları temsil etmesi .

NOT: Filmin yaratıcısı Peyo’nun gerçek bir sosyalist olmasının da bu düşüncede önemli bir etkisi var tabii.

BBC        :“Ancak Şirinler’in, her siyasi görüşün kendi perspektifine uygun bulabileceği bir yapısı da var. İngiltere’deki Stafforshire Üniversitesi’nden Sosyoloji Profesörü Ellis Cashmore, Başbakan David Cameron’un ‘Büyük Toplum’ projesinde Şirinler’in yansımasının olduğunu söylüyor.”

Filmden herkes kendine göre farklı sonuçlar çıkarabiliyor. Örneğin, büyünün Şirin Baba tarafından sıklıkla kullanılması materyalist düşünceye terstir.
        Brüksel Karikatür Merkezi Direktörü Willem de Graeve, Şirinler’de kadın karakterinin azlığını eğitimde Katolik kilisesinin etkisine bağlıyor. Konu burda sadece tek kadın olması değil bu kadının filmde yaratılış hikâyesinin, kadın düşmanlığı ve ırkçılık örneği olmasıdır. Kötü kalpli Gargamel, bir türlü alt edemediği Şirinler’i yenmek için bir “kadın şirin” yarattı ve köye gönderdi. Böylece erkek Şirinler’in arasına nifak sokacaktı.
          Şirine bir süre kötülük yaymaya çalıştı, fakat sonunda Şirin Baba bir büyüyle Şirine’yi iyileştirdi. İyileştiği zaman saçları siyahtan sarıya dönüştü (açık açık ırkçı bir hareket)Üstelik “iyi” kadının topuklu ayakkabı ve mini etek giyen seksi bir kadın şeklinde tasvir edilmesi de, dönemin Hollywood kültürünün kadına bakışının bir yansımasıydı.



Söz Savunmanın             
Peyo                                : İddialar gayrı ciddi ve gariptir.
Dönemin Çocukları        : Biz izler geçeriz, polemiğe girmeyiz


Gereği Düşünüldü! (Kalkın kalkın)
                                                                            
Bir gün bir şair, üniversitede edebiyat dersinde kendi şiirinin işleneceğini öğrenmiş ve o derse katılmak için edebiyat fakültesine gitmiş. Derse girmiş ve dersi anlatan hocayı dikkatle ve çoğu zaman şaşırarak dinlemeye başlamış. Dersin hocası şiiri mısra mısra ve hatta kelime kelime analiz ederek ne tür anlamlar ve sanatlar olduğunu, tüm ayrıntısıyla öğrencilere ve şaire anlatmış.

Ders boyunca sesi çıkmayan şair dersten sonra hocayla görüşmek istemiş, şairi gören hoca elbette önce şaşırmış, sonra ise performansını sormuş. Şair, "Sizi tebrik ederim. Tüm şaşkınlığımla dinledim dersinizi çünkü anlattıklarınızdan hiçbiri benim şiirimde anlatmaya çalıştığım şeyler değiller!"

          Hoca: "Şaşılacak bir şey yok. Dünya ne anlatıldığına göre değil, ne anlaşıldığına göre dönmeye devam eder. Anlatan bir kişidir, anlayan yüzlerce kişi..."


Peyo’nun doğum günü olan 25 Haziran’ın “Dünya Şirinler Günü” olarak ilan edilmesine ve filmin, bu iddiaların hiçbiriyle çocukların dünyalarına zarar vermediğine, dolayısıyla beraatına karar verilmiştir…

25 Ocak 2016

Şem ü Pervane

Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini…




Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir… ‘Aşk odu önce ma’şuka, andan âşıka düşer.’ derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın… Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün… İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.

Azap kelimesi “azp” kelimesinden türüyor. Azp, lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap… Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar. Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane ‘hakkal yakin’ biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum… Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar.

Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek…


İskender Pala

          

23 Ocak 2016

Saw Sendromu!



Ilık ılık terlerken elleriniz buz gibi oldu mu hiç? Beni boğan kim diye düşünürken nefesinizi tuttuğunuzu fark ettiniz mi? İlkokuldan başlamak üzere tüm matematik öğretmenlerinizin resmigeçit törenine saygı durdunuz mu? Ve tüm bu ambiyansa eşlik etmek üzere mızırdanıyorken gülüp, gülerken mızırdandınız mı? Cevabı evet olanlara selam olsun :) Çünkü onlar benim yoldaşlarım :P

Olaylar şöyle gelişir…

Entelektüel paylaşımlarında pragmatik duruşundan taviz vermeyen arkadaşım ile sohbetin dibine vurmuş iken ekrandaki  “250 MB/244 KB…” bilgisine karşılık gaflet ve dalaletle dile getirilen “Aaa 6 mı kalmış?” cümlesinin “I want to play a game” sözüne davetiye çıkarmasının ardından “Aha s.çtık…” can havliyle “Ya I don’t want valla I don’t ya!” direnişi gösteren Cali’nin ekranına şu satırlar düşer:

8 bit                = 1 Byte
1024 Byte       = 1 KB
1024 KB         = 1 MB
4 MB               = ? Bit…

     Testere'nin sorduğu bu da Cali’nin gördüğü “lobi, dlfmjlfşjmblflkdj, gülüşmeler,  geçmeler, lfdkjlkjbkljclkvbcbj, ohalar, yuhalar ve ldşxkclvşpoyokplkşlvpksz…” :D

Ve süre başlar…

Hesap makinesi kullanmak serbest fakat serde gurur, masamda 1 defter ve mavi kalemim var… Tabii ki de çözebilirim… Bi içler dışlar çarpımı,bi birim değiştirme al sana cevap diye düşünürken ne bilirdim sorunun diferansiyel denkleme(!) dönüşeceğini... 33554432 değişik versiyonla çözdüğüm sorunun doğru cevabını bulduğumda 56. dakikaya girmiştik bile :)

Ama açıklayabilirim, soru tabii ki zor değil aha gördünüz tırt :P Ancak yoğun baskı ve derinlemesine nüfuz eden bi hücresel yıkım halindeydim. Ha, tüm bu şeraitten daha elim ve vahim olanı da sürenin bende heyecan yapması… Dolayısıyla cevabı Byte olarak buluyormuşum, Allah’tan başka renk kalem almak için içeri gittim de yolda geldi aklıma birimini yanlış bulduğum… 

          Performansımı Oscar’a aday gösterir, IMDB’den 8,1 çekerim :D